10 Nisan 2014 Perşembe

balkonspor / sabahın ilk saatlerinde tsubasayı izleyip ardından o gazla mahallede top sektirmeye başladığım dönemlerdi. 
iyiydim.
iyi top oynadığımı biliyor
ve bundan memnuniyet duyuyordum
ama bu yetmiyordu orada olmaya
maçları genelde balkondan takip ederdim. arada kızlar da izler
fakat sahadakiler onlar yokmuş gibi davranırdı
bi patırtı koptu mu hemen çözülüverirdi
maç çok çekişmeli olup, Ahmet abiler 9-8 gerideydi 
derken Ahmet abi ters bilek hareketi yaparken sakatlanıp oyuna devam edemedi.
iki işaret parmağını birbirinin etrafında döndürerek değişiklik mahiyetindeki o işareti yaparken ilginçtir bana bakıyordu. ne olduğunu anlamasam da sahadaydım. ulan hem de Ahmet abinin yerine. milli oluyordum. müthiş bi duyguydu. çölde magnum bulmuş gibiydim. iyiydim, fakat bu eksikliği tamamlayacak yetenekte değildim elbette. yıllarca bu anı beklemiştim. şimdi ne yapacağımı kestiremeyecek kadar şaşkındım. şaşkınlığım ve mutluluğum
''furki kaleye ulann'' tekmiliyle bozuldu. tedavisini bakkalın dondurma dolabından ayak bileğine buz harmanlayarak gerçekleştiren Ahmet abiydi bu. Ahmet abiyi severdim ama o gün kırmıştı beni. ulan hem sakattı hem de taktik anlayışımıza müdahale ediyordu. 
kalecilik sevdiğim bi mevkii değildi. 
''sikiim anasını bi yerden başlamak lazım aga'' deyip oflaya puflaya geçiverdim kaleye.
oyunun arka planında kalan "ike shorunmu" değil her an skora müdahale edebilecek yetenekteki "amokachi" olmak isterken bu kalecilik de nereden çıkmıştı. vasıfsız bi kaleciydim. üstelik normalden kısaydım 
maç 8-9 devam ederken durumu eşitledik
artık girenin çıkmayacağı dakikalardı
dangalak abim orta sahada topu kaptırınca karşı takımın dinamosu Bülent abiyle karşı karşıya kalmam kaçınılmazdı
Ahmet abi bizim için neyse Bülent abi de karşı takım için oydu. Zeki-metin hesabı.
Bülent abi aborjin gibiydi
üstelik yeşil, terli ve atletliydi. göğüs kılları atletinden dışarı sarkıyordu. ve bu yeşil dev hulk, üstüme üstüme nefretle geliyordu. sol kolu diğerine göre uzundu sanki. korkunçtu.
Bülent abi gerildi. ayakları bedeninden fırlayacak gibiydi. top da mikasa. kalecilerin korkulu rüyası. bilen bilir bu amına kodumun topunun önünde ne baraj kurulur, ne de kafa topuna çıkılırdı. kol-bacak kıran, göz çıkaran bu cinayet silahı hele ki Bülent abinin ayağındaysa ömrümün geri kalan kısmını platinle geçirme ihtimalim yüksekti. 
bi an "ben yapamıcam galiba" deyip kaleden kaçmayı düşündüm. göz göre göre hem kalecilik hem de mahalle maçları kariyerimi başlamadan riske atıyordum. hani Haluk Bilginer efsane tirad'ında diyordu ya 
''oglum bekir, bak burası sırat köprüsü. yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yolun belli. eğ başını usul usul yürü şimdi''
benim için de bu pozisyon sırat köprüsünden farksızdı
eğer bu telmaşayı başarıyla atlatırsam, yıldızım parlar ve takımdaki yerimi sağlama alabilirdim. kılı tüyü hepsi hesap edilmişti artık. ne olacaksa olsundu. 
bana verilen alandan açılıp rakibimin vuruş açısını daraltabileceğim fikri geldi aklıma. böylece Bülent abiyi punduma getirebilirdim.
matematiksel hesaplar yapıyordum artık
bi kaleciden çok pisagordum adeta
Bülent abi benim bu eylemimi hiç beklemediğim bi şekilde fırsat olarak değerlendirip sinsice topun dibine girdi.
hemen geri depar atıp küçük bi ihtimal de olsa topun çizgiyi geçmesini engelleyebilirdim. inanmayacaksınız ama 
kolombiyalı kaleci higuita'nin 94 yılında yaptığı o muhteşem akrep kurtarışının birebir aynısını yaptım.
bok yaptım. nerde bende o potansiyel. ayağım takıldı ve düştüm..
işin ilginç tarafı düşmesem golü yiyecektim belki de.
topu son anda adeta yenilgiden uzak bir kaplan gibi çizgide yakaladıktan sonra ışık hızıyla oyuna sokuverdim. bizim forvet de hızlı hızlı akula'ya benzer tsubasavari bi vuruşla çakıverdi golü
maçı geriden gelip almıştık. hem de benim sayemde. ulan hem mutlak gol pozisyonu çıkarmıştım hem de hızlıca topu oyuna sokup müthiş asistimle galibiyetteki en önemli rolü oynamıştım.
maçtan sonra ''aferim lan iyi iş çıkardın'' şeklinde tebrikleri çok bekledim. kimse siklemedi
Ahmet abi takıma tekrar geri dönünce maçları tekrardan balkondan takip etmeye ve sabahları top sektirmeye kaldığım yerden devam ettim.

24 Haziran 2012 Pazar

Navigasyon değilim ki.. kalbine gidecek yolu nerden bileyim..

27 Şubat 2012 Pazartesi

Küçükken bu şarkıyı hem dinleyip hem de sarılıp ağlardık onunla.
belki hala yine dinliyoruz. belki hatta ağlıyoruz da. ama sarılamıyoruz..



4 Nisan 2010 Pazar

''yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını,usul usul yürü şimdi..''
bunca zaman boş dükkana kira ödemişiz meğer..

25 Mayıs 2009 Pazartesi

bakkal şeysi..

Bakkal çocukluğun geçtiği önemli mekânlardan hakikâten..bakkal diye tanımlamazdık ama biz dükkanı..selami derdik.
dükkanın adı yaprak bakkal ama biz selami diyoruz..niye ¿ adamın adı selami..
bakkal defteri vardı bir de..
kötüce yazılmış sıfırlar..

ekmek, vim,bulaşık teli, helva filan yazardı..
selami önce kendi defterine yazar, sonra bizim küçük not defterine yazardı..
iki defter yani..demek kimse bakkala güvenmiyordu.
ibneymiş bizim selami..bak düşününce aklıma geldi şimdi..
ben bakkal olsam bozulurun yani..çift defter..

fakirlerin olurdu dicem ama mahallenin çoğunda vardı..
demek mahallemiz fakirdi.


evde yazdırmaya en çok ben utanırdım. ..niye bilmiyorum ama acayyip utanırdım.elime yumurtaları alır beklerdim..
önce paraları olanlar alışverişini yapsın diye.
senin başka bir şey var ¿ mı diye seslenirdi selami.
içim kıyılırdı..aha borcunu isticek şimdi diye..
ne gerilimdi ama ulan harbiden ibneymiş bizim selami..


bazen peder çağırırdı git selamiden bi tek ikibin al para isterse yazdır.
emir büyük yerden tabi..
yürürdük selamiye bi tekel ikibin derdim..
uzatırdı böyle imalı-imalı..
para nerde ulan gibisinden..yazcakmışsın selami abi derdim..
böyle bi olmaz gibisinden bakışlar altında oflaya poflaya defteri çıkarırdı..
tabi ben de bazen araya kendi ihtiyaçlarımı sıkıştırırdım..selami de kendi kafasına göre yazardı..
aslında o da mutluydu..pederde..bende..
ben araya 2-3 zavazingo sıkıştırmışım pilaçkadan nasıl olsa şeklinde..
peder trink para sallamıcam diye..
selami de iteledim 3-5 diye..

yazdırdıktan sonra selami dönüp babana söyle defter kabardı gibisinden laflar ederdi..
sonra küfür ederdim tabi..küfür doğarcığımı o zamanlarda baya geliştirmiştim..
o kalabalık ortamda rencide etti beni..
hem iteliyo hem de ofluyo pofluyo yazarken diye..
ne yani seloş kaçıyor muyuz ¿ evimiz belli yurdumuz belli..paran mı kalıcak bizde.

neyse yazdırma muhabbetini de geçtim..
her dönem bir moda çıkardı..
sporcu kağıtları vardı.stickerleri biriktirince forma,top mop verilenlerinden..
binbir umutla topardık ama hep eksik bir futbolcu kalırdı..selaminin kulakları çınlardı..
leblebi tozu, oralet, torpil, altına benzeyen sarı yuvarlak çukulota gold muydu neydi..
he birde renkli solucanlar vardı.beyaz maşası bütün heybeti ile dururdu..meybuz alacak para olsun kafi..mümkünse kolalı..kutu kola pahalı..

o tezgah varya o tezgah..zenginlik o tezgaha sahip olmak gibi gelirdi..
ilk gafti deneyimimiz de orda olmuştu..toplu şekilde hurraa çekiyorduk selamiye göt kadar
dükkanda kim ne koyarsa..genelde abuk sabuk şeyler koyardık..
cipsleri mıncık mıncık ederdik içinde bir şey var mı diye..yoksa almazdık yani..

mahallenin piçleri olarak çok şey afiklediğimiz için biz daha dükkana yaklaşmadan kaç paranız var diye bağırdı..
kimin parası varsa onun dükkana yanaşmasına izin verirdi..

Daha sonraları bi nevi çocukluktan sıyrılıp sahici piçlik dönemlerine girince münferit yazdırmaya gidiyordum selamiye..
yaz abi sen haftalığımı vericek babam paslaşırız vs vs..

hep de mırın kırın edip yazmamasına tav olurdum..
ama işimizi görüyordu yani mecburduk..
tersoyduk yapıcak bir şey yok yaz hesaba..

kaçan topumuzu kesme isteğin hiç bitmezdi selami.
en sonunda ayar olup kırmıştım camını.
geçenlerde azrailin peşine düşmüşsün.
toprağın bol olsun selami.
nasıl helallik alıcaz senden bilmiyorum..
gerçi yatacak yerin de yok ama..

şimdi bakıyorum da hepsi endüstriyelleşmeye karşı gelemeyip yavaş yavaş yok oluyorlar, belki de onların tadını çıkararak büyüyen son nesildik...
bu bakkal mevzusu ilginç bir mevzu yeni nesilin yaşıyamayacağı şeylerden biri..
onlar adına üzülüyorum..tansaşa migrosa gidip yaz hesaba diyemicekleri için..

nerden çıktı bu bakkal muhabbeti diyen olursa şurdan çıktı efendim, portmantonun altından ufak bir bakkal defteri çıktı..hüzünlendik tabiyatıyla..
margarin yazıyor,vim yazıyor, peynir, ekmek yazıyor..
nasi bir hüzünlenmekse..böyle işte..

28 Nisan 2009 Salı

su içerken sorulan sorulara kaşla-gözle cevap vermek abes midir ki ¿
sanki başka bi zaman yokmuş gibi sorulmayan sorularla su içerken karşılaştığımda evet, hayır, bilmem, belki gibi kelimelerin anlamlarını kaşla veya gözle belirtme çabası..
su içmeye ara versem ne anlatmaya çalışıyor bu acaba merakı ortadan kalkacak hâlbuki..
ama yok..su içmeye ara veremem o sıra..
cevabı kaşla ve gözle de olsa veririm.ilk önce kaşlarım oynamaya başlar..
karşımdaki anlar biraz..hmm öyle mi der..ve bu zaman da gözlerim devreye girer..ya öyle öyle dercesine kapanır..
öyle naif..öyle saçma..

27 Nisan 2009 Pazartesi

Bu evin camaşır makinesinde muhakkak 1'den fazla çorap teki kaybolur ve kanun geregi asla, kaybolan çoraplar birbirinin eşi değildir..
misal veriyorum..makineye 5 çift corap atılır, ama elimizde iki teki de aynı olan ancak 3 çift kalır.

eringenlikten çift çorabım kalmamış desem yeridir..
kuzum bugün ne yaptım biliyor musunuz ¿
giymeyi düşündüğüm çorabın diğer tekini bulamayınca, birbirinden farklı çoraplar giydim..

babamın yanına uğradım..çalışanlarla ayak üstü sohbet ettik falan..sürekli ayaktayım ama..
oturmuyorumki pantolon katlanıp çoraplar sırıtmasın diye..
çok acayip oldum gerçekten..
o anda vücuduma sanki kötü kedi şerafettin’in ruhu girdi..
''otursanaa'' diyen mayk'ın kelini ısırmamak için kendimi zor tutuyorum..


kasıntı yüzüme vurmuş resmen ''senin gelmişini geçmişini'' dese sırıtarak bakıyorum etrafa..
ifşa olmamak için oklava yutmuş gibi yürümek zorunda kaldım.

umarım kimsecikler farkına varmamıştır..^o)
yarın ilk işim herhangibi tuhafiyeye gidip 3-5 çift çorap almak olucak..
bir daha böyle hatalara düşmem.
"bu gece erken yatıp sabah erken uyanacağım." teorisi henüz kanıtlanamadığından yasa olamamıştır..bu yüzden geç saatlere kadar uyumadan durabilirim..
Yaz kendini yavaş yavaş gösterince haliyle halı saha maçlarını çoğalttık bu aralar..
artistlik yapmazsak olmaz tabi.
sükse yapayım derken ayak bileğimi kırıyodum az kalsın.
soluğu JFK'da almak gibi bir gaflette bulundum..
içeri girdiğimde kolu ve bacağı kırılan, bıçaklanan, araba çarpıp tüm vücudu kanlar içinde telaşla hastaneye gelen kazazedeleri ve onların bir umutla iyi haberlerini bekleyen dostlarını,ailelerini görünce kendi acımı unuttum vallahi.
içim karardı resmen anasını satiyim..
ilk önce kendime küfür ettim..
gereksiz, absürt, basit nedenlerden dolayı bazı şeylere şükretmeyip isyan etmemden dolayı..
o an kendimi onların yerine koydum..
zor gerçekten..Allah kimseyi hastanelere düşürmesin..
biz krem ve sargıyla kurtardık kendimizi..çok şükür önemli bişeyimiz yokmuş..

insanlar çok acımasız o yüzden..her kim olursa olsun..hayatta tek gerçek var o da aile..
ne sevgili, ne başkası..muhakkak bir gün çekip gidiyorlar..
hem de onlara en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda, ölümcül bir hastalığın tam ortasında, birdenbire..habersizce..

zaman akıp gidiyor kuzum.. ne yapıyoruz ¿
ailemizi, sevenlerimizi mutlu edebiliyoruz, eğer edebiliyorsak ne mutlu bize..
bi yanımız boş ama olsun be..buna da şükür..

en kısa zamanda bu ufak sakatlıktan iyileşerek takımdaki yerimi almak istiyorum..yeşil sahalardan uzzak kalamam..